dimanche 17 octobre 2010

Psikopatolojik Facianın Ucundan Dönmek!!...

Bundan yalnızca birkaç hafta önce yüksek lisans eğitimime başladığımdan beri, çok ilginç bulduğum bir bilgi denizinde yüzüyorum. Bu kez akvaryumun dışından izlemiyorum da balıkları, denizin içinde inceliyor, anlamaya çalışıyorum. Şimdilik uçsuz bucaksız gözüküyor bana, sonu olmaz zaten bilginin, olmuyordur herhalde..Ama gidebileceğimiz yerlerin bir sınırı vardır, bütün okyanusu bir anda keşfedivermek olmaz...


Başlıkta bahsedilen facia ise, benim bu denizi keşfederken kendime dair keşfettiklerimle ilgili. Nasıl olur da insan, bir fikrin "hastalıklı" olduğunu bilir de, onu içinde "bilerek ve isteyerek" büyütmeye devam edebilir. Üzerinde düşünmeyi reddeder, onun zararlı olduğu fikrini zihninden uzaklaştırır ve her şey gayet normalmiş gibi kendini kandırır. İnsan, savunma mekanizmaları tarafının nasıl işlediğini fark edince, bu güç karşısında dehşete kapılabiliyor.


"Je suis trop forte!!" - "Çok güçlüyüm!!"


İşte lisans eğitimim boyunca öğrendiklerimin hepsini önce kendimde görmek istercesine zihnimle uğraşmam; şimdiyse, çok daha derinlerde kendimi arıyor olmamın sonucu: psikopatolojik bir facia gerçeğiyle karşı karşıyayım.

Ve şu anda asıl üzüldüğüm, orada olduğunu bildiğim şeyi oradan kolaylıkla uzaklaştıramayacak olduğumun da farkında olmak.


Evet, çok üstü kapalı her şey...Ama ne yapalım, denizin içi yukarıdan bakınca karanlık görünür, içine girmezseniz sakladığı güzellikleri ve barındırdığı tehlikeleri hiçbir zaman göremezsiniz.

Peki ne yapmalıyım ben bu hastalıklı fikrimi? Nerelere koymalı, nasıl atmalı, nasıl satmalıyım? Belki de en iyisi, onu bana hediye edene geri vermek..

O güne kadar, sanırsam denizimde bir yerlerde, oradan çıkacağı günü bekleyecek.......


"Cette mélodie is a melody for you!!"

vendredi 8 octobre 2010

"BOŞ durma KOŞ!!"

Hayatımda boş durmayı hiç sevmedim. Hayır, sürekli yararlı faaliyetlerde bulunduğumu, zamanımı hiç boş geçirmediğimi de söyleyemeyeceğim. Ama hayatımın en yoğun dönemlerinin, kendimi en iyi hissettiğim dönemler olduğunu, üstelik de el attığım alanlarda en başarılı olduğum dönemler olduğunu belirtebilirim. Bu beni hem şaşırtmış, hem de boş durma-ma konusunda motive etmiştir her zaman.

İşte bu koşu macerası da buradan çıktı. Beni bilenler bilir, spor yapmayı her zaman sevmişimdir ve epeyce uzunca bir süredir sporu düzenli olarak hayatıma sokmayı başarabildiğim için kendimi şanslı hissetmekteyim. Velakin benim spor anlayışımda yüzme, bisiklet gibi faaliyetler oldukça yer kaplarken, beni "zorladığını" düşündüğüm koşuya pek yer yoktu. Taa ki bunun doğayla iç içe, açık havada yapılabilen en keyifli sporlardan biri olduğunu fark edene kadar. Üstelik bunu söylerken hatırlatmam gerekir ki, koşma esnasında vücudumun en zorlandığı sıralarda, "bir daha bu kadar uzun koşmayacağım, niye kendimi yoruyorum bu kadar?" şeklindeki yorumlarla kendisiyle kavga eden bir insanım ben. Ancak istisnasız bir şekilde, hedeflediğim mesafeyi koşabildikten sonra fiziksel ve ruhsal olarak yaşadığım haz, bana yeniden başlama gücünü veriyor her seferinde.

Koşarken fark ediyorsunuz ki, gücünüzün tükendiğini ve artık bir adım daha atamayacağınızı düşündüğünüz bir anda, aslında atacak daha çooook adımınız ve bunu yapacak çoook enerjiniz varmış. İşte bu insanın kendi sınırlarının ötesine geçmesiyle ilgili mükemmel bir buluş benim için. İşte bu yüzdendir ki, henüz ben değil ama, dünya üzerinde binlerce, on binlerce sporcu, yılda birkaç kez 42km ile ölçülen maraton yarışmalarını bitirmeyi başarabiliyor. Bunun da ötesindekiler var ki, onlar akılların almayacağı mesafeleri, inanılmaz zaman dilimlerine sığdırarak insan vücudunun yapabilirliğinin sınırlarını deniyorlar. Aslında onlar bacaklarıyla koşmuyorlar, onlar beyinleriyle koşuyorlar..Aslında o kafatasımızın içerisinde özenle korumaya çalıştığımız bürümcüklü organımız, sandığımızdan çok daha fazlasını yapmaya hazır ve nazır, yalnızca bizim onunla azıcık çekişmemizi bekliyor.

İşte ben sporun beynimi harekete geçiren, beni başkalarıyla değil ama, kendimle yarıştıran bu özelliğini seviyorum. Hayatımda ilk kez bunca uzun süre koşmuşken bile, finish çizgisini geçerken beni gülümseten...

Defne

"BOŞ durma KOŞ"

lundi 14 juin 2010

Galata Kulesi ile Galata Koprusu'nun hikayesi



Galata Kulesi ozlemis olacak ki deniz havasini,
Galata Koprusu'nun yakinlarinda gezintiye cikmis,
kur yapmaktaydi koprunun balikcilarina..
Biraz da misil olsun diye koprunun umarsizligina,
Yan gozle de bakmaktaydi Kiz Kulesi semalarina...
p.m.

samedi 5 juin 2010

Öğreniyorum öyleyse varım!!

"Sormaz ki bilsin, sorsa bilirdi; bilmez ki sorsun, bilse sorardı." demiş Sadi.

Dünyaya gelen her minik bebek, büyüyüp de aklı ermeye başlayınca etrafındakileri soru yağmuruna tutmaya başlar. Çünkü merak etmektir insanın doğasında olan..Öğrenmek, anlamak, anlam vermek..

Ben küçükken çok soru sorar mıydım bilmiyorum, büyürken aldığım eğitim süresince de soru sormayı teşvik eden çok fırsatım olmadı. Ancak, öğrenme açlığı olan bir insanın etrafına ve kendine sorular yağdırması ve bu soruların cevaplarını bulmak için sayfalar karıştırması, satırlar yutması çok da "öğrenilen" bir şey değil sanırım..

Benim öğrenme açlığım, bilme ve anlama açlığım, hiçbir işime yaramayacağını bildiğim halde anlamaya çalışma açlığım insanın doğasında olan merak etme olgusunun sonucu olarak kendi kendine ortaya çıktı. Çevremde bilim adamları olmadı hiç, bırakın bilim adamlarını hayata sorular soran, eleştirel bakış açısına sahip, "meraklı" adamlar da çok fazla olmadı etrafımda. Hatta öyle saygı duymuşum ki "bilen" insanlara, hayatımda ilk kez 20 yaşımda bir üniversite profesörüyle bire bir görüşme yapacağım diye ellerim titremişti heyecandan.

Bu öğrenme açlığımı kazanmamda çevremde olup bitenlerin veya bulunduğum ortamların, karşılaştığım insanların katkısını yadsıyamayacağım tabii ki de. Lisans eğitimim süresince aldığım akademik bilgi ve becerilerin yanında üniversitemin bana öğrettiği çok önemli şeylerden biri de araştırmayı sevmek oldu. Kimi zaman da çevremdeki insanların bilme aşkıyla kendimi merakın orta yerinde buldum.

Şimdi zannedeceksiniz ki karşınızda çok bilen, çok okumuş, çok gezmiş, çok görmüş bir insan var..Hayır bu değil benim anlatmak istediğim. Ben sadece "öğrenme ve anlama" isteğinin hayatındaki birçok şeyin önünde yer aldığı biriyim. Öğrenmenin sadece okuyarak olabileceğine de inanmıyorum. Öğrenmek görerek olmalı, deneyimleyerek olmalı, yaşayarak, hissederek olmalı. Tarih öğreniyorsa insan, o topraklarda adım atmalı, nefes almalı.. Ne yapayım ben makalelerine can vereyim derken eline bir deney tüpü almayı unutmuş bilim adamını veya hayatında hiç öğretmenlik deneyimi olmamış bir üniversite hocasının öğretmen yetiştirirken anlattıklarını..

Ama bu devirde öğrenmek de zor. Bilgi parayla, deneyim torpille, üniversitelerde kesenin ağzını en çok açanlara en güzel diplomalar dağıtılıyor. Bizim alandan ise hiç bahsetmeyelim, "uzmanlaştım" diyen her nesil, bir sonraki nesillere bilgi ve birikimlerini aktarmak için can atıyor. Tamamen duygusal tabii ki!!! Her ay maaşının yarısını eğitimlere harcamayan bir psikolog/psikolojik danışman için öğrenme aşkı kursaklarda kalıyor, eğitim duyuruları bilgisayarın dosyalarında "bir sonraki emire dek" tutsak ediliyor.

Her nasılsa, insan aslında o kadar dirençli ve güçlü yaratılmış ki, istemek başarmanın yarısı oluveriyor yine de. Yalnızca anlamak, anlamlandırmak isteyen için sınır ve engel yok. En azından olmadığı bir dünya hayal ediyoruz. Bizden sonra, bizimle aynı sıralarda dirsek çürüten nesile aktarabileceğimiz bundan daha güzel bir hediye düşünemiyorum.

Bu yüzden de ben işimi yaparken hem öğreniyorum, hem de öğrenmeyi öğretiyorum...

"Anlamaya, öğrenmeye en yakın olduğun zaman kalbin yerinden çıkacak gibi çarpıyorsa heyecandan, sen de ömür boyu öğrencilik adaylarından birisin hayatta ilerleyecek olan...Defne S."

HARMONI - Sozluk anlami: Uyum, ahenk.

Harmoni, bu kizin en sevdigi kelime..
Neden? Cunku henuz hayatin buyusunu daha iyi tanimlayan bir sozcuk bilmiyor..
Iste bu harmoni oyle bir sey ki, hayatin basit notalarini buyuleyici melodilere donusturebiliyor..
Ve yine bu harmoni, bazen kendi hayatlarimizi bile anlayamamiza/anlamlandiramamiza sebep oluyor..

Bu blogda sizlerle mavi gunlerimi paylasmak isterdim, "harmoni"li gunlerimi..Ancak ne yazik ki hayat sadece mavi gunlerden ibaret degil..Yani bu blog bir hayatin butun renklerini sizlerle paylasmak icin, benim hayatimin..Ve belki de baskalarinin..